Translate

14 Kasım 2013 Perşembe

Zaman, ikigai sahibi olma zamanı!

Uzun bir yazı ancak okumanızı tavsiye ederim arkadaşlar

SİZİN 'İKİGAİ'NİZ VAR MI?

Doç. Dr. Şafak Nakajima

Sabahleyin, kahvesini fincanına doldurmakta olan eşime sordum:

''Senin 'ikigai'in var mı?''

Şaşkınlıkla yüzüme baktı:

''Neyim var mı? İki adamım mı?''

Bu şaşkınlığı yaşaması doğaldı.

Eşim, Osmanlı tarihçisi bir Japon.

Biz evde, Türkçe, Japonca ve İngilizceden oluşan, karma bir dil konuşuruz.

Birisinin bir dilde söylediğine, diğeri bir başka dilde cevap verir ve iletişim kesintiye uğramaz.

Bazen de cümlenin içinde üç farklı dilden sözcük geçer ama bu bizim için oldukça sıradan bir durumdur.

Ve nadiren iletişim kazalarına yol açar; ''ikigai'in var mı?'' sorusunda olduğu gibi.

Eşim, ''ikigai'' sözcüğünün, 'iki' hecesini Türkçedeki anlamıyla 2 sayısı olarak, 'gai' hecesini ise, İngilizcedeki 'guy' yani 'adam' olarak anladığı için, soruyu 'iki adamın var mı?' şeklinde yorumlayıp, anlam verememişti, haklı olarak.

Gülme krizim bittikten sonra ona, 'ikigai' sözcüğünü, Japonca anlamıyla kullandığımı söyledim.

Eşime geldi bu kez gülme sırası:

''Hmm, 'Yaşamın Amacı' demek istedin. Biz buna, 'Sabah uyanmak için bir sebebin olması' deriz.''

''Evet'', dedim.

''Elbette var. 'İkigai'sız yaşam olur mu?''diye cevap verdi.

Bir Japon için imkânsız görünse de, ikigai'siz yaşam olabilir.

Ama olmaması gerekir.

Bu durum, adeta şuna benziyor:

Yıkanmayan el kirlenir. Bu, istenir bir durum değildir ve olmaması gerekir.

Olmamasını sağlamak da, bizim özenimiz ve çabamıza bağlıdır.

Yaşam da, böyledir.

Kendi haline bırakınca, özen göstermeyince, olmaması gereken şeyler olur.

Amaçsız, nedensiz yaşamaya başlarız.

Ruhlarımız, terk edilmiş bağlara, bahçelere dönüşür.

Her yanı yabani otlar sarar.

Mahzun yüreklerimizde, hüzünlü hayaletler dolaşmaya başlar.

Buna, doktorlar ''depresyon'' der.

Issız gönül bağımıza konan baykuşlar, korku salar kalplerimize.

Doktorlar bu korkuya, ''endişe' der, 'anksiyete' der, 'panik'' der.

Aslında doktorların da büyük çoğunluğu, gönül bahçelerine nasıl bakılacağını bilmez.

Ahval şudur:

''Kendi himmete muhtaç bir dede, kime himmet ede!'

İlaçlar verirler, ''şifa niyetine.''

Beynimiz yavaşlar. Duygularımız körleşir.

Bağın bahçenin bakımını, hepten yapamaz hale geliriz.

'İkigai' sahibi olmak, yaşamaya değer bir hayatın olması demektir.

Sabah uyanmak için bir amaç bulmak isteyen insan, önce buna karar vermeli, sonra da, hayatını özenle ele alıp, içinde boy atmış yaban otlarını teker teker ayıklayarak işe başlamalıdır.

Ancak ondan sonra, yaşamı bir gülistana dönüştürebilir.

Yaban otlarını temizlemek, ciddi bir iç sorgulama demektir.

Cesaret gerektirir.

Bulunan amacın yeşerip boy atması ise, yaşam boyu sürecek bir emek…

Kimi insan için ikigai, 'paylaşmak ve yardımlaşmak' anlamına gelir.

Yakınlarına, tanıdık ve tanımadık ihtiyaç sahiplerine elini ve yüreğini uzatmaktır.

Kendinize sorun:

• En çok yardım etmek istediğim; sevgimi, ilgimi, bilgimi, maddi kaynaklarımı paylaştığım insanlar kim ya da kimler?

• Bunu hakkıyla yapıyor muyum?

• Benim tutumum, dünyada neyi daha farklı kılıyor?

• Daha iyisi için, başka neler yapmam gerekiyor?

Bazılarımız için, 'gönlümüzce bir şeyleri yapmaktır', yaşama amaç kazandıran şey.

Kitap okumak, yapıcı siyasetle ilgilenmek, çevre sorunlarına çözümler geliştirmek, spor yapmak, dans etmek, yeni şeyler öğrenmek, başkalarına yeni şeyler öğretmek, manevi dünyamızı zenginleştirmek, el sanatları veya müzikle uğraşmak gibi; para kazanmak için değil, sadece yapmaktan mutluluk duyduğumuz için yaptığımız şeyler…

Ben tüm hastalarıma, ilk görüşmemizde, hobileri olup olmadığını sorarım.

Onların cevapları bana, yaşamda kendilerini nasıl konumlandırdıklarına dair çok sağlam bilgiler verir.

Eğer ne yapmanız gerektiği konusunda kafanız karışıksa, şu soruları sorabilirsiniz kendinize:

• Ne hakkında okumak, öğrenmek ve konuşmak beni mutlu ediyor?

• Ne tür şeyleri yapmak beni heyecanlandırıyor ve enerjimi arttırıyor?

• Karşılığında para almasam da, hiç yorulup sıkılmadan zaman ayırabileceğim uğraşı nedir?

Kimimiz içinse ikigai yolu, 'gerçek ben' olmaktan geçer.

Kendi karakterimizi, gerçek özümüzü yansıtan bir 'ben' olmaktan.

Çoğu insan için, bu durum, gerçekleşmesi olanaksız, uzak bir düş gibidir.

İçine doğduğumuz ailenin ve toplumun sosyoekonomik durumu, sunduğu imkânlar, değerleri, beklentileri, sıklıkla bizim, kendi gerçek kimliğimizin dışında kimlikler edinmemize yol açar, ne yazık ki!

Meslek yaşamımda, doktorluk yapmak yerine, muazzam ritim duygusuna sahip olup da darbuka çalmak isteyen doktor; öğretmenlik yerine pastacılık yapmak isteyen ve bu konuda gerçekten de çok yetenekli olan öğretmen; ev kadını olmak yerine, kadın haklarını temsil eden bir hukukçu olmanın hayallerini kuran kadınlara rastladım, hem de sayısız kereler…

Bu konuda da, kendimizi sorgulayabiliriz:

• Şu an üstlendiğim sosyal kimlik, beni gerçekten yansıtıyor mu?

• Kişiliğim nasıl? Telaşlı mı, sakin mi? Özenli mi, kayıtsız mı? İçe mi dönüğüm yoksa dışa mı dönük?

• Kişiliğimin, şu an bulunduğum durumla uyumu nasıl?

• Neyin doğru yansımadığını düşünüyorum?

• Nasıl olmak isterim?

• Nerede kendimi kendim gibi ve nerede kendimi rol yapan bir oyuncu/sahtekâr gibi hissediyorum?

• Kendim gibi hissettiğim yerde daha sık veya devamlı olabilmem için, neler yapmalıyım?

Araştırmalar, yaşam amacı olanların, savunma sistemlerinin daha iyi çalıştığını, daha az hastalandıklarını, daha uzun yaşadıklarını ve kendilerini daha mutlu hissettiklerini ortaya koyuyor.

Tedavi adı altında, antidepresanların leblebi gibi dağıtıldığı bir sağlık sistemine sahip olan ülkemizde, bu kavramları artık tartışmaya başlamamız lazım.

Dengeli gelir dağılımı; yeşil alanlı ve bakımlı kentler; planlı ve doğayı gözeten üretim; saygı, paylaşım ve dayanışma erdemlerinin öğrenilmesi; hayatı doğru yorumlama ve ifade edebilme araçları olarak bilimin, sanatın ve felsefenin, eğitimin omurgasını oluşturması gerekliliği gibi daha pek çok faktör ve çözülmesi gereken sorun var ruh sağlığını belirleyen…

Bu büyük sorunların, gözümüzü korkutmasına izin vermemeli; kendi amaçsızlığımızın mazereti olarak kullanmamalıyız.

Mükemmeliyetçilik, hiçbir şey yapmamanın kılıfı olmasın!

Tam tersi olsun!

Bu büyük sorunlar bizi, çözümün parçası olmaya davet etsin!

Eğer isterseniz, yukarıdaki açıklamalar ve sorular yardımıyla, kendi yaşam amacınızı bulma yolculuğuna, hemen şimdi çıkabilirsiniz!

Zaman, ikigai sahibi olma zamanı!

4 Kasım 2013 Pazartesi

Mutluluk vazgeçmemektir...

Bir gün, bir çiftçinin ihtiyarlamış eşeği kuyuya düşer.
Adam ne yapacağını düşünürken, hayvan kuyunun içinden saatlerce bağırır.

En sonunda çiftçi, hayvanın yaşlı olduğunu ve kuyunun da zaten kapanması gerektiğini düşünür ve eşeği çıkartmaya değmeyeceğine karar verir. 
Bütün komşularını yardıma çağırır. 
Her biri birer kürek alarak kuyuya toprak atmaya başlarlar. 
Eşek olanları fark edince, önce daha beter bağırmaya başlar. 
Birkaç kürek toprak daha attıktan sonra, çiftçi kuyuya bakar.
Gözlerine inanamaz. 
Eşek, sırtına düşen her kürek toprakla müthiş bir şey yapmaktadır.
Üzerine düşen kürek kürek toprağı aşağıya silkeleyerek yukarı çıkmasına basamak hazırlamaktadır.
Bir süre sonra, komşular toprak atmaya devam edince, herkesin şaşkın bakışları altında eşek, kuyunun kenarından dışarı bir
adım atıp, koşarak uzaklaşır!


Hayat üzerinize hep toprak atacaktır; her türlü zorluk ve engeller ile.

Kuyudan çıkmanın sırrı, bu zorlukları ve sıkıntıları silkeleyip bir adım yükselmektir.
Sıkıntılarımızın her biri bir adımdır. 

En derin kuyulardan bile yılmayarak, usanmayarak çıkabiliriz.
Silkelenin ve biraz daha yukarı çıkın.

Mutluluğun 5 basit kuralını unutmayınız:


1. Kalbinizi nefretten arındırın - Affedin.
2. Düşüncelerinizi endişelerinizden arındırın - Çoğu zaten hiç gerçekleşmez.
3. Basit yaşayın ve elinizdekilerin kıymetini bilin.
4. Daha çok verin.
5. Daha az bekleyin:)

1 Kasım 2013 Cuma

Nefes alın nasıl dediğinizi duyar gibiyim....

Araştırmalar, endişeleri ve problemleri için özel bir zaman ayıran insanların dört hafta içinde daha önceki durumlarına göre endişeleri için yüzde 35 daha az düşündüklerini göstermektedir.

1. Konsantrasyonunuzu bozan ve sık sık aklınıza gelen konuları düşünmek için kendinize özel bir zaman ayırın.

2. Dikkatinizi dağıtan bir konunun farkına vardığınızda, bu konuyu düşünmek için özel bir zamanınız olduğunu kendinize hatırlatın.

3. Dikkatiniz dağıldığında ayrıca “bir dakika, hiçbir yere gitme, buraya gel” deme stratejinizi de kullanın.

4. Konsantrasyonunuzu bozan ve sık sık aklınıza gelen konuları düşünmek için ayırdığınız özel zamanı mutlaka bu iş için kullanın.

Ayrıca özel olarak ayırdığınız zamanda düşünmek üzere, zihninizi dağıtan şeyleri not alın. Bu amaç için özel bir not defteri tutun. Not aldığınız konuları bu amaçla ayırdığınız özel zamanda mutlaka düşünün. Giderek zaman içinde bu konuların azaldığını fark edeceksiniz.

ENERJİ SEVİYENİZİ YÜKSELTİN

Enerji seviyenizin ne zaman zirvede, ne zaman en aşağılarda olduğunu tespit edin. Deneme yanılma yoluyla günün hangi zamanlarında enerji seviyenizin yüksek olduğunu ve kolayca konsantre olduğunuzu, ne zamanlar enerji seviyenizin düşük olduğunu ve konsantre olmakta zorlandığınızı belirlemeye çalışın. Zorlandığınız konuları enerji seviyenizin yüksek olduğu anlara kaydırmak iyi bir stratejidir. Bunun yanında kolayınıza gelen konuları düşük enerji seviyeli zamanlarınıza kaydırın.

Çoğu öğrenci zorlandığı konuları genellikle en sona bırakmaktadır. Günün geç saatlerine kalan bu konular doğal olarak yorulmuş olan öğrencinin enerji seviyesinin en düşük olduğu anlara rastlamaktadır. Bu uygulama yanlış bir stratejidir. Zor konular yüksek enerjili zamanlarda çalışılmalıdır. Sadece bu strateji bile konsantrasyonunuzun artması için yeterlidir.

KONSANTRASYON İÇİN NEFES ALMAK

Yoğunlaşmanız gereken bir konuya başlayacağınız zaman, daha önceden konsantre olmakta zorlanmadığınız bir anı aklınıza getirin. Kendinizin yine böyle bir anda olduğunu düşünün.

Ayrıca başlangıçta nefes almaya odaklanmak ve derin derin nefes almak bedenin dinlenmesini, zihnin ise enerji dolmasını sağlar. Derin derin nefes almak zihin ve beden senkronizasyonunu sağlar ve sizi stresten uzak tutar.

1. Rahat bir konumda olun.

2. Yavaş yavaş (mümkünse burnunuzla) nefes alın. Sırayla önce göğsünüzün alt kısmını, sonra orta ve üst kısmını aldığınız nefesle doldurun. Yavaş yavaş nefes aldığınızdan emin olun. Bu süreç yaklaşık 8 – 10 saniye olsun.

3. Konsantre olduğunuz bir anınızı düşünerek nefesinizi içinizde bir veya iki saniye tutun.

4. Sonra rahat ve sakin bir şekilde nefesinizi verin.

5. Birkaç saniye durun ve aynı derin nefes alıp verme işlemini tekrar edin.

6. Bu işlemi yaparken başınızın döndüğünü hissederseniz nefes alıp vermeyi çok yoğun yapıyorsunuz demektir. Bu gibi durumlarda yavaşlayın.

7. Aynı zamanda kendinizin ılık ve sakin bir deniz kenarında olduğunu düşünün. Veya dalgaların üzerinde batmadığınızı ve nefes alıp, verdiğinizde dalgaların üzerinde nazik bir şekilde yükselip indiğinizi hayal edin.

Bu egzersizin amacı sizi stresten uzak tutmaktır. Stresli olduğumuz durumlarda beynin bazı kısımları aktif olmadığı için daha az zeki oluruz. Bu egzersizi her çalışma öncesi yapın.

Alıntı