Translate

28 Aralık 2012 Cuma

Çekiliş var

http://miracenur.blogspot.de/2012/12/cekilisim-var.html?spref=fb

15 ocak, saat 23.59 da sonra erecektir..
Hadi bakalım herkese bol şans diliyorum.


2 Ekim 2011 Pazar

Hayat Felsefesi: Yaşıtlarımla yaşlandım... Ne mutlu bana!

Hayat Felsefesi: Yaşıtlarımla yaşlandım... Ne mutlu bana!: Üstüme gök düşsün ki yalan söylemiyorum. Ben, eski ben değilim. Artık hangi mağazaya girsem küçük şeyler değil,büyük şeyler dikkatimi çekiy...

2 Nisan 2011 Cumartesi

Kahve bahane, aslolan dostluktur.Dostça kal...

Yaklaşık 600 yıllık acı tatlı uzun bir geçmişi olan kahvenin Habeşistan'da (Etiyopya) başlayan, Yemen, Mekke, Kahire, Şam'dan sonra İstanbul'a, İstanbul'dan da Avrupa ve dünyanın dört bir tarafına yayılan öyküsü yanında; Türk kahvesinin çekirdek durumundan pişirilme ve sunulma aşamasına kadar kullanılan araç ve gereçleri de gerçek bir müze oluşturacak zenginlikte…

Eskiden Türk kahvesi genellikle şekersiz yapılır bunun yerine kahve öncesinde veya sonrasında tatlı bir şey yemek veya içmek geleneği olurmuş. Tatlı olarak şerbet gibi içecekler alındığı gibi reçel, şekerleme veya lokum da yenirmiş. Osmanlı İmparatorluğu'nun etkisindeki Yunanistan, Makedonya, Yugoslavya gibi yerlerde ve Türkiye'de kadınlar tarafından Türk kahvesi genellikle şekerli olarak alınırmış. Bu bakımdan sade, yandan çarklı, orta vb. gibi isimlerle kırkı aşkın kahve pişirme şekli bulunan kahvenin değişik ve güzel bir koku taşıması isteniyorsa fincanların dibine yerleştirilen bir mahfaza içine kokulu maddeden bir parça konulurmuş. En çok da; yasemin, amber, karanfil ve kakule kullanılırmış...

Yerinde ve zamanında içildiği zaman olağanüstü bir keyif verici olarak ün kazanan kahvenin içine atılan bu ekstra hoş kokan bitkiler içinde özellikle kakulenin faydasının ferahlatan kokusu yanında bununla da sınırlı olmadığını nette yaptığım araştırmalardan öğreniyorum…

Bu bitkiyi kahvenin yanı sıra; tıpkı karanfil gibi ferahlatan kokusu ile (Altışar gram yenirse; bir kakula içindeki 3-5 tane yeterlidir) ağız kokusunu yok ettiği ve ağıza hoş tad verdiği için de önerildiğini…

"Önerilen hastalıklar: Safra ve mide salgısını artırıcı etkisi bulunduğu görülmektedir. İştah açıcı özelliği vardır. Baş ağrısına iyi gelir, tükürük akışını hızlandırır.

Sıcak ve yumuşatıcı özelliklere sahip olan Kakule, hazmı kolaylaştırıcı bir özelliktedir. Bulantıya çok faydalıdır. Soğuktan oluşan hastalıklara günde bir dirhem kakule sirkengebinle beraber içilirse hastalık üç günde iyileşir…

ALINTI

28 Mart 2011 Pazartesi

Aile İçi İletişim

Aile yaşamı, bize ilk duygusal dersleri veren okuldur. Kendimizi nasıl göreceğimizi, başkalarının bizim isteklerimize ne şekilde tepki verebileceklerini, umutları, korkuları nasıl anlayıp ifade edebileceğimizi öğreniriz. Kendi değerimizi veya değersizliğimizi, hayata karşı olan güvenimizi veya güvensizliğimizi çok küçük yaşlarda aile içindeki iletişimden aldığımız derslerle oluştururuz.

Günümüzde pek çok aile çocukları ergen yaşa geldiklerinde aralarında bir iletişim eksikliği olduğunu farkederler. Ancak çoğu aile bunun çocuktan ya da dış faktörlerden kaynaklandığını düşünerek çözümü yanlış yerde arar. Oysa iletişim kurma şeklini ya da kuramamayı bebek yaştan itibaren aile öğretmiştir. Çocuklar da bu davranışın geri bildirimini büyüdükçe aileye vermektedir. Örneğin eleştirinin bir iletişim şekli olduğu ailede çocuklar suçlamayı, utandırılan ve yargılanan çocuklarda kendilerini suçlamayı öğrenirler. Olumlu davranışların dile getirildiği ailelerde ise çocuklar takdir etmeyi öğrenirler.

Evin dışında ne olursa olsun, okul, tv programları, arkadaşlar, bir Anne-Babanın sürekli ve tutarlı bir şekilde kullandığı nazik sözler ve diğer iletişim şekillerinin önüne geçemez. Ancak ailede zayıf, yetersiz , olumsuz bir iletişim varsa dış faktörler tabii ki öncelik kazanacaktır. Zaten aile de böyle bir durumu çok geç farkedecektir.
Günümüzde çok sık rastlanan bir örnek, anne-babanın yoğun iş hayatı veya stresli dönemlerinden dolayı, başta çocuğun bilgisayarla vakit geçirmesi ebeveyn tarafından bir avantaj olarak görülürken uzun vadede bilgisayar bağımlısı içine kapanık bir çocuk yaratılabilinmektedir. Olması gereken aile içi iletişimin yerini bilgisayar, zararlı alışkanlıkları olan bir arkadaş, öfke veya uyuşturucu alabilmektedir.
Çocuk ve aile arasında üç yönlü bir iletişim vardır.Duygusal, sözsel ve dokunsal iletişim. Bebek doğduğu andan itibaren bu üç iletişim şekline de açıktır. Özellikle duygusal ve fiziksel temaslar tahmin edilenden çok çocuğun duygusal kayıtlarına geçer. Çocuklarımızla fiziksel temasta bulunmak, okşamak, sarılmak, öpüşmek her zaman bizim doğal halimiz olmalııdır. Bunun için bir sebep aranmamalıdır. Beden dilimizin sevgiyive güveni ifade ediş şekli kullandığımız sözlü iletişimimizle de uyum içinde olmalıdır.

Anne-Babaların bilmeleri gereken şey, ağızlarını her açtıklarında farkında olarak veya olmayarak çocuklarına bir şey öğretiyor olduklarıdır. Çocuğun yanında birbirleriyle veye başka birileriyle,yüzyüze ya da telefonla konuşurken,dünyada olup bitenlerle ilgili yorumlar yaparken çocuk tüm sinyalleri almaktadır. Yani sürekli çocuk iletişimin içindedir.Ailenin kullandığı konuşma şekli ve inanç sistemleri çocuğun beyninde bilinç altında depolanır. En çok tekrarlananlar çocuklar tarafından bilinçsizce seçilir ve kullanılır.
Sadece ilgilenmiş gözükmek için sorulan sorular, söylenen sözler duygu yüklü olmadıkları için bir anlam ifade etmez ve bu da çocuklar tarafından gayet iyi bir şekilde algılanır. Bunu ifade edemese bile hissi yaşar ve tanır. Bu arada ebeveyn iletişim kurduğunu düşünerek kendini kandırır.İleriki dönemlerle bunun la bir sorun olarak yüzleşir çünkü çocuk aile ile iletişim kurmaktan kaçarak tepki verir.


Çocuklarımızla göz seviyesinde kontak kurarak,dokunarak, duygu yüklü kelimeler kullanarak konuşmak bizim doğal iletişim halimiz olmalı ki sağlıklı ilişkiler kurabilelim.Tabiki iletişim tek taraflı olmaz. Çocuğumuzu dinlemeyi de bilmeliyiz.Çoğu ebeveyn istediği cevapları almaya odaklanarak çocuklarının ne hissettiklerini ne anlatmaya çalıştıklarını farketmezler. Onları dinlerken içinde bulundukları duygusal durumu anlayarak, empati kurarak dinlemek için çaba harcamalıyız. Dinlenmediğini, anlaşılmadığını düşünen çocuklar iletişim kurmak yerine kaçmayı tercih eder. Çoğu zaman aile bu durumu çocuk kötü bir alışkanlık kazandığında ya da depresyona girdiğinde anlar. Çocukların iletişim kurmaktaki niyeti akıl almak ya da nasihat almak değildir. Anlaşılmak, desteklenmek ve her durumda sevildiğini bilmektir. Anlamanın ve sevginin en iyi ifade ediliş şeklide çocuğun duygusal durumu göz önüne alınarak onu yüzde yüz dinlemektir.

Unutmamalıyız ki diğer tararaftanda çocuklarımız bizim öğretmenlerimizdir. Aslında çocuklarımızla iyi iletişim kurmaya çalışıken kendimizi değiştiriyor, geliştiriyoruz. Bizi geliştirdikleri için onlara teşekkür etmeliyiz. Teşekkürler minik öğretmenler...

Arzu Bıyıklıoğlu

Gençlik İksiri

Eskiden masallarda, filmlerde gördüğümüz sihirli gençlik ve güzellik iksirleri neredeyse gerçek olacak. Bu iksirlerden bir bardak içeceğiz: “Hoooop!” Pamuk Prensesteki cadı gibi, bir anda genç ve güzel bir kraliçeye dönüşeceğiz. Ne güzel olurdu değil mi? Hiç kimsenin böyle bir iksire kolay-kolay hayır diyeceğini sanmıyorum. Her halde böyle bir ürün bulunabilseydi, tarihteki en büyük satış rekorlarını kırardı.

Günümüzde, kelime anlamı yaşlılığa karşı aktif tedbir alma olan, anti aging ürünlerine bu kadar çok rağbet varken, piyasaya “iyi-kötü” binlerce ürünün sürülmesi çok normal. Ne de olsa, asırlardan beri herkes genç kalmak ve güzelleşmek istiyor. Anti aging, insanlık tarihinin her döneminde, genç kalmanın sırlarıyla çarelerini oluşturan unsurların, önemli bir araştırma alanı olmuştur. Pek çok farklı yöntemler bulunup-geliştirilerek denenmiştir. Örneğin: M.Ö. 50’li yıllarda, Antik Mısır’ın son Helenistik Kraliçesi Cleopatra, genç kalmak için anlında üçüncü gözünün üstünde, her zaman güçlü bir mıknatıs taşımış, yattığı yatağının altına mıknatıslar döşetmiştir. Günümüzde ise, etkili masajlar, iğne tedavileri, ışın terapileri ve ameliyatlar gibi tıbbı zeminli yöntemlerden faydalanabileceğimiz gibi, ortaya çıkan çeşitli antioksidanlar ve kremler gibi ürünleri de kullanabilmekteyiz. Nede olsa, nasıl yaşlandığımızdan çok, yaşlanıp- çirkinleşiyor olmamızla ilgileniyoruz. Ya da yaşlanma olgusunu, sadece dışarıdan dış görünüşümüzü koruyarak durdurabileceğimizi düşünüyoruz. Belki de sebeplerle ilgilenmek işimize gelmiyor.

Ne yazık ki, pek çok kişi, iç organları yaşlanmaya devam ederken vücudunun dışındaki kırışıklıkları ve deformasyonları geçici yöntemlerle düzelterek genç gözükmeye çalışıyor. Oysa en başta, vücudumuzun hızla yaşlanmasına sebep olan toksinlerinden uzak durmalı ve korunmalıyız. Kısaca “zehirli madde” anlamına gelen toksin, hem vücudumuzda oluştuğu için, hem de dışarıdan alındığı için açığa çıkabilir. Yediklerimiz, içtiklerimiz ve soluduğumuz hava kadar, yanlış düşünme modellerimizin de vücudumuzu aşırı duyarlı kılan mikroorganizmaların bir takım zehirli maddeler, yani toksinler üretmesine sebep olduğunu bilmeliyiz.

Her çeşit duygu ve düşünce vücudumuzu değişik şekillerde etkiler. Korku, acı, üzüntü, nefret, kıskançlık ve benzeri gibi olumsuz duygu ve düşünceler vücudumuzda asidik reaksiyon oluşturur. Her olumsuzluk anımızda vücudumuza zehir akıtmış oluruz. Buna karşın sevinç, aşk, sevgi, mutluluk, pozitif duygulara eşlik eden düşünme modelleri ise, vücudumuzda doğal ilaç etkisini oluşturur. Pek çok hastalığın esas sebebi, kötümser ve yanlış düşünce kalıplarından kaynaklanır. İnsanların, hem kendileri, hem de başkaları hakkında hissedip-düşündüğü her şey vücutlarında bir reaksiyona sebep olur. Dolayısıyla gençliği ve güzelliği dışarıdan sağlamaya çalışmadan, önce içimize bakımı ile ilgilenip ona yatırım yaparsak her şey çok daha kolaylaşır. Yanlış beslenmeden, soluduğumuz kirli havadan ve kötü duygulara eşlik eden düşüncelerden kaynaklanan, bizi yıpratıp-yaşlandıran toksinlerden kendimizi uzak tutmalıyız. Gençleşme, önce içimizde başlar. Eğer güzel duygulara eşlik eden düşünceleri tazelemeyi birinci çalışma alanımız olarak benimsemezsek, gençlik ve güzellik iksiri bulunsa bile işe yaramaz, çünkü İçimizin geçmişliği dışımızın güzelliğini taşımaz. Mevlana’nın dediği gibi:

“Testinin içinde ne varsa, dışına da o sızar.”
Testinizi güzelliklerle doldurmanızı diliyorum. Sevgiyle kalın.

Arzu Bıyıklıoğlu
Yaşam Koçu ve NLP Uzmanı

Beni Bana Uyumla

Adamın biri bakmış ki, çalışıyor çabalıyor ama hayatta hiç bir şey istediği gibi olmuyor. Ne istese ya tersi oluyor ya da hiç bir şey olmuyormuş. Sanki kendisinin değil de başkasının hayatını yaşıyor gibiymiş. En sonunda bir Hocaya gitmeye karar vermiş. Hocaya, “Hocam ne olursun bana yardım et, ben ne istesem olmuyor, bir uyumsuzluk var içimde, beni bana uyumla” demiş. Hoca da, “Yok sende bir uyumsuzluk, sen gayet uyumlusun” demiş. Adam sinirlenmiş, “Ya Hocam olur mu öyle şey, kilo vermek istiyorum veremiyorum, sağlıklı olmak istiyorum olamıyorum, para istiyorum bulamıyorum, insanlarla iyi geçinmek istiyorum beceremiyorum” demiş. Hoca da adama, “Dedim ya sen çok uyumlusun diye, kilo vermek için şişmanlığını, sağlık için hastalığını, para kazanmak için parasızlığını, iyi geçinmek için beceriksizliğini düşünüyorsun. Düşüncelerinle gayet uyumlusun, ne düşünürsen oluyor ama sen illa ki istediğin olsun istiyorsan o zaman bana değil bir yaşam koçuna gideceksin” demiş.

Adam bu fikri önce pek tutmamış, ama sonra kaybedecek bir şeyi olmadığını düşünmüş ve yaşam koçuna gitmeye karar vermiş. Yaşam koçuna gittiğinde ona da aynı şekilde durumunu anlatmış ve ardından sormuş “İstediğim gibi yaşamama yardım edebilir misin, isteklerimle uyumlu bir hayat yaşayabilir miyim?” demiş. Yaşam koçu adamın gözlerine bakmış, görmek istediği -yani adamın ihtiyacı olan- parıltıyı görememiş. Ama bunu ona söylememiş, çünkü her insan gibi onun da içinde ona yardım edecek bir hazinesinin olduğunu biliyormuş. Adamı hemen yaşam atölyesine almış. Beraberce çalışmaya başlamışlar. Bir zaman sonra, yaşam koçu adamın kendi içindeki hazinesine ulaşmasını sağlamış, sonra da beraberce adamın zihninde onun ihtiyacı olan yeni bir pencere açmışlar. Artık herkes adamın gözlerine baktığında hazinesinin ışığını görebiliyormuş. Adamın hayatı berraklaşmış, istekleri düşünceye, düşünceleri eyleme dönüşmüş. Kendi içinde uyumu yakalamış. Adam mutluluk ve heyecanla yaşam koçuna çok teşekkür etmiş, “Sayende başardım” demiş. Yaşam koçu, “Yalnızca sen başardın, ben sadece ihtiyacın olan kendi hazinene ulaşmana yardım ettim, biraz da hazinenin tozunu aldım” demiş.

Adam gitmiş mutlu mutlu kendi yoluna, darısı herkesin başına. Varsa hazinesi tozla kaplanmayan, yerini bilip de her gün kullanan, Ne Mutlu Onlara...

Arzu Bıyıklıoğlu



Yorumlar 0 Tıklanma: 159


2010.08.23 19:17:00

Hayallerinize Tutunun!


Eminim çocukluğumuzdan itibaren dönem-dönem hepimiz: “Bu kadar hayalci olma!” veya “Hayal aleminde yaşamanın kimseye faydası olmaz!” gibi olumsuz telkinlere maruz kalıp, geleceğimizi önce zihnimizde canlandırarak, yaratıcılığımızla onu oluşturup-şekillendirmeye çalışırken çok kez sekteye uğratılmışızdır.

Hem aile hayatında, hem de eğitim sisteminde çocukluk döneminden itibaren katı kuralları aşan özgür düşünceyi ve istekleri kısıtlayan zihinsel kalıplar bilincimizde yer etmiştir. Halbuki hayal kurabilmek, bir şeyleri çok istemek ve ümitle çabalamak insan olmanın en önemli özelliklerinden birisidir. Buna rağmen, sanki hayal kurmak daima ulaşılması mümkün olmayan, gerçek dışı bir olgu olarak gösterilmektedir. Ne yazık ki bu da bizi içinde bulunduğumuz şartların ümitsizlik kıskacına mahkum etmekten ileri götürmez. Oysa aynı koşullarda yaşayan insanların algıladıkları birbirinden farklı bireysel gerçekleri olabilir. Çünkü “gerçek” denilen olgu hem bir hayat görüşü, hem de bireyin kendisini, çevresini, dünyayı ve dünya üzerindeki yerini algılayış biçimidir. Bu algılayış biçimi, yani bireyin gerçeği, bireysel ve toplumsal tecrübelerle sürekli gelişip-olgunlaşan ve zamanla değişebilen bir özelliğe sahiptir. İşte çocukların da (tıpkı yetişkinlerde olduğu gibi) mizaç yapılarına göre, izledikleri özgür düşünceler ve duygularla farklı algıları, görüşleri ve bunları dışavurumları olabilir. Yalnız çocukların hayal dünyası yetişkinlere göre çok daha zengindir; elbet ki onlara hayallerine ket vurmaları telkin edilmiyorsa.

Dünyanın her yerinde, başarıyı ve mutluluğu yakalayanların daima hayallerini izleyip yaratıcı güçleriyle onlara nail olanlar olduğunu görüyoruz. Bu kişiler genellikle hayallerini gerçekleştirmek için sabırla azmeden, hayallerini hayatlarının hedefine yerleştiren ve bu hedef doğrultusunda azimle çabalayan ümit dolu, ender rastlanan insanlardır.

Bunun aksine büyük çoğunluk da ümitsizlik içinde hayat şartlarından ve yapamadıklarından şikayetcidir. Bu kişiler gelecekleriyle ilgili olumlu hayaller kurmak ve iyi temennilerle isteklerde bulunmaktansa devamlı olarak sızlanmayı yeğlerler. Gerçekten de böyle hissedip düşündükleri için, vakti zamanı geldiğinde olmadık engellerle karşılaşırlar çünkü, farkında olmadan bu engelleri çok önceden kendileri koymuştur. Yani görünen o ki, pek çok insan kısır algıları ve dar hayalleri nedeniyle kendi-kendilerini hapsettikleri minicik bir dünyanın içinde sızlanıp-yuvarlanıp gidiyor. Halbuki dünya zaten yuvarlanıp-dönüyor, bizim de onun üzerinde yuvarlanıp dönmemiz gerekmiyor ki. Biz, olumlu hayallerimizle yarattığımız, ufukta şekillenip-beliren hedefimize doğru yürümeliyiz.

Yalnız bakmakla da kalmamalıyız. Baktığımızı görmek için, tüm kalbimizle, zihnimizle ve ruhumuzla evrene yönelip kendimizi onun içinde yeniden keşfetmek istemeliyiz. Evrenin uçsuz bucaksız kucağında neler-neler yapabileceğimizi hayal etmeliyiz. Her yaşta ve her koşulda herkesin bir konuda gerçekleşmesini istediği bir hayali mutlaka olmuştur. İşte burada gereken tek şey zihinlerde canlanan bu hayale inanmak ve onu yaratıcıkla geliştirip eyleme geçmektir. Zaman içinde hayal kurmanın coşkusunu ve heyecanını unutmuş olabiliriz. Bu duyguyu tekrar hatırlamak için kaliteli çocuk filmlerinden yararlanarak, kendimizi tıpkı bir kahraman gibi algılayıp-görebiliriz. Kısıtlayıcı düşünce kalıplarından sıyrılıp çocukluğumuzda olduğu gibi, sınırsız bir hayal dünyasının kapısını açabiliriz. Yeri gelmişken yaşadığım bir olayı burada paylaşmak istiyorum: Yaklaşık altı ay kadar önceydi, üç yaşındaki kızım Yağmur eldivenlerini giymiş, atkısını takmış, sırt çantasını almış sokak kapısını açmaya çalışıyordu. Birden bana dönerek: “ Anne ben hayalimin peşinden gidiyorum.” Dedi. Bir an için çok şaşırdım ama hemen toparlanıp artık ona bir hayali izlemenin ne olduğunu ve onu nasıl gerçekleşebileceğini anlatma zamanının geldiğini anladım. Kısaca onun sokak kapısını açmasına yardımcı oldum. Kapıyı açıp çıktığında etrafına gülücükler dağıtıyordu.

Evet! Çocuklarımız hayal kurmayı biliyorlar, tıpkı bizim de çocukken bildiğimiz gibi. Onların bu harikulade yeteneği bizimkiler gibi körelmesin, buna sebep olmayalım. Gelin onların hayal kurmalarını ve yaratıcılığını destekleyelim ve hayallerine nasıl ulaşabilecekleri konusuyla ilgilenip başarılarına rehberlik edelim.

Buradaki en önemli nokta çocuklara örnek olabilmektir. Çocuklar hayalleri olan ve yaratıcıklarıyla hayallerini gerçekleştiren ebeveynlerinden güç alırlar. Sürekli istediklerini nasıl ve neden yapamadıklarından yakınan ebeveynlerine ya acırlar ya da onlara üzülüp kısır döngü içindeki çaresizliği öğrenirler. Ana-babaları çocuklarına ayna tutarlar, çünkü her çocuk önce ebeveynini model alır. Sizde çocuklarınız hayallerini ve yaratıcılığını gerçekleştirsinler, mutlu ve başarılı olsunlar istiyorsanız, onları yüreklendirirken canlı bir örneğini de vermelisiniz. Çocuklarınızın da şahit olduğu bir hayalinizi gerçekleştirin. Haydi! Bugün herhangi bir konu seçin. Şimdi zihninizde bunun hayalini kurmaya başlayın ve yaratıcılığınızla bu hayale sımsıkı tutunun. Onu zihninizde geliştirip hayatınızı yeniden anlamlandırın. Hem kendiniz, hem de çocuklarınız için hayatınızdaki yeni gelişmelere engel olan tüm sınırları kaldırın.

Başarılar diliyorum. Sevgiyle kalın.

Arzu Bıyıklıoğlu



Hayallerinize Tutunun!



Eminim çocukluğumuzdan itibaren dönem-dönem hepimiz: “Bu kadar hayalci olma!” veya “Hayal aleminde yaşamanın kimseye faydası olmaz!” gibi olumsuz telkinlere maruz kalıp, geleceğimizi önce zihnimizde canlandırarak, yaratıcılığımızla onu oluşturup-şekillendirmeye çalışırken çok kez sekteye uğratılmışızdır.

Hem aile hayatında, hem de eğitim sisteminde çocukluk döneminden itibaren katı kuralları aşan özgür düşünceyi ve istekleri kısıtlayan zihinsel kalıplar bilincimizde yer etmiştir. Halbuki hayal kurabilmek, bir şeyleri çok istemek ve ümitle çabalamak insan olmanın en önemli özelliklerinden birisidir. Buna rağmen, sanki hayal kurmak daima ulaşılması mümkün olmayan, gerçek dışı bir olgu olarak gösterilmektedir. Ne yazık ki bu da bizi içinde bulunduğumuz şartların ümitsizlik kıskacına mahkum etmekten ileri götürmez. Oysa aynı koşullarda yaşayan insanların algıladıkları birbirinden farklı bireysel gerçekleri olabilir. Çünkü “gerçek” denilen olgu hem bir hayat görüşü, hem de bireyin kendisini, çevresini, dünyayı ve dünya üzerindeki yerini algılayış biçimidir. Bu algılayış biçimi, yani bireyin gerçeği, bireysel ve toplumsal tecrübelerle sürekli gelişip-olgunlaşan ve zamanla değişebilen bir özelliğe sahiptir. İşte çocukların da (tıpkı yetişkinlerde olduğu gibi) mizaç yapılarına göre, izledikleri özgür düşünceler ve duygularla farklı algıları, görüşleri ve bunları dışavurumları olabilir. Yalnız çocukların hayal dünyası yetişkinlere göre çok daha zengindir; elbet ki onlara hayallerine ket vurmaları telkin edilmiyorsa.

Dünyanın her yerinde, başarıyı ve mutluluğu yakalayanların daima hayallerini izleyip yaratıcı güçleriyle onlara nail olanlar olduğunu görüyoruz. Bu kişiler genellikle hayallerini gerçekleştirmek için sabırla azmeden, hayallerini hayatlarının hedefine yerleştiren ve bu hedef doğrultusunda azimle çabalayan ümit dolu, ender rastlanan insanlardır.

Bunun aksine büyük çoğunluk da ümitsizlik içinde hayat şartlarından ve yapamadıklarından şikayetcidir. Bu kişiler gelecekleriyle ilgili olumlu hayaller kurmak ve iyi temennilerle isteklerde bulunmaktansa devamlı olarak sızlanmayı yeğlerler. Gerçekten de böyle hissedip düşündükleri için, vakti zamanı geldiğinde olmadık engellerle karşılaşırlar çünkü, farkında olmadan bu engelleri çok önceden kendileri koymuştur. Yani görünen o ki, pek çok insan kısır algıları ve dar hayalleri nedeniyle kendi-kendilerini hapsettikleri minicik bir dünyanın içinde sızlanıp-yuvarlanıp gidiyor. Halbuki dünya zaten yuvarlanıp-dönüyor, bizim de onun üzerinde yuvarlanıp dönmemiz gerekmiyor ki. Biz, olumlu hayallerimizle yarattığımız, ufukta şekillenip-beliren hedefimize doğru yürümeliyiz.

Yalnız bakmakla da kalmamalıyız. Baktığımızı görmek için, tüm kalbimizle, zihnimizle ve ruhumuzla evrene yönelip kendimizi onun içinde yeniden keşfetmek istemeliyiz. Evrenin uçsuz bucaksız kucağında neler-neler yapabileceğimizi hayal etmeliyiz. Her yaşta ve her koşulda herkesin bir konuda gerçekleşmesini istediği bir hayali mutlaka olmuştur. İşte burada gereken tek şey zihinlerde canlanan bu hayale inanmak ve onu yaratıcıkla geliştirip eyleme geçmektir. Zaman içinde hayal kurmanın coşkusunu ve heyecanını unutmuş olabiliriz. Bu duyguyu tekrar hatırlamak için kaliteli çocuk filmlerinden yararlanarak, kendimizi tıpkı bir kahraman gibi algılayıp-görebiliriz. Kısıtlayıcı düşünce kalıplarından sıyrılıp çocukluğumuzda olduğu gibi, sınırsız bir hayal dünyasının kapısını açabiliriz. Yeri gelmişken yaşadığım bir olayı burada paylaşmak istiyorum: Yaklaşık altı ay kadar önceydi, üç yaşındaki kızım Yağmur eldivenlerini giymiş, atkısını takmış, sırt çantasını almış sokak kapısını açmaya çalışıyordu. Birden bana dönerek: “ Anne ben hayalimin peşinden gidiyorum.” Dedi. Bir an için çok şaşırdım ama hemen toparlanıp artık ona bir hayali izlemenin ne olduğunu ve onu nasıl gerçekleşebileceğini anlatma zamanının geldiğini anladım. Kısaca onun sokak kapısını açmasına yardımcı oldum. Kapıyı açıp çıktığında etrafına gülücükler dağıtıyordu.

Evet! Çocuklarımız hayal kurmayı biliyorlar, tıpkı bizim de çocukken bildiğimiz gibi. Onların bu harikulade yeteneği bizimkiler gibi körelmesin, buna sebep olmayalım. Gelin onların hayal kurmalarını ve yaratıcılığını destekleyelim ve hayallerine nasıl ulaşabilecekleri konusuyla ilgilenip başarılarına rehberlik edelim.

Buradaki en önemli nokta çocuklara örnek olabilmektir. Çocuklar hayalleri olan ve yaratıcıklarıyla hayallerini gerçekleştiren ebeveynlerinden güç alırlar. Sürekli istediklerini nasıl ve neden yapamadıklarından yakınan ebeveynlerine ya acırlar ya da onlara üzülüp kısır döngü içindeki çaresizliği öğrenirler. Ana-babaları çocuklarına ayna tutarlar, çünkü her çocuk önce ebeveynini model alır. Sizde çocuklarınız hayallerini ve yaratıcılığını gerçekleştirsinler, mutlu ve başarılı olsunlar istiyorsanız, onları yüreklendirirken canlı bir örneğini de vermelisiniz. Çocuklarınızın da şahit olduğu bir hayalinizi gerçekleştirin. Haydi! Bugün herhangi bir konu seçin. Şimdi zihninizde bunun hayalini kurmaya başlayın ve yaratıcılığınızla bu hayale sımsıkı tutunun. Onu zihninizde geliştirip hayatınızı yeniden anlamlandırın. Hem kendiniz, hem de çocuklarınız için hayatınızdaki yeni gelişmelere engel olan tüm sınırları kaldırın.

Başarılar diliyorum. Sevgiyle kalın.

Arzu Bıyıklıoğlu