Translate

27 Temmuz 2013 Cumartesi

Mutlu yaşam

Dünya ve kendinizle barışık olmak. Bu görkemli anda hiç bir şey canınızı sıkmaz ne insanlar ne dünya nede KENDİNİZ.

Mutlu yaşamanın yolu...

Sırasıyla yapılacaklar:
  • Kendiyle birlikte olmaya boyun eğme
  • Hedef ve istek
  • İnanç
  • Anahtar sözcük
Büyük ben’inize boyun eğin isteyin hedefinizi gerçekten isteyin. Hedefinizi istemeyi sevin Bilinçaltınıza isteğinize hedefinize hiç kuşkunuz kalmayacak şekilde inanın. 
Ve uygun anahtarı seçip elektrik düğmesi gibi çalıştırın.


 

20 Temmuz 2013 Cumartesi

Olumlu düşünce ve yararları

Bilinçaltınızı olumlu bir yapıya kavuşturmanın en etkili yolu, önce konuşmalarınızın içinde bulunan ve zararsız gibi görünen olumsuzluk taşıyan çok küçük ifadeleri çıkarıp atmaktır. Sonra da düşüncelerinizi kontrol altına alıp en küçük olumsuzluk düşüncesinden başlayarak büyük olumsuzluk düşüncesine doğru onların önce bilincine varıp vücuttaki ve yüzümüzdeki meydana getirdiği kasılmaları gevşetmek ve onları kaslarımız sayesinde vücudumuzdan akıp gitmesini sağlamaktır. Konuşmalarımızdaki kullandığımız olumsuz sözcükler ve bu sırada aklımızdan geçen olumsuz düşünceler tek başlarına zararsız bile görünseler, bir zaman sonra bilinçaltımızda son derece zararlı etkilere yol açarlar. Bilinçaltımız böylece olumsuz bir tutum alır. 
Kendi kendine devamlı olumlu sözler söyleyip telkinde bulunan insan zamanla bilinçaltının o yönde çalışmasını sağlar. Bu aynı jimnastik alıştırmaları gibidir. En kötü bir olayı dahi anlatırken ama iyi olacak deyip sonrada o kötü olayın nasıl iyi yanları
ve etkileri olabileceğini düşünüp söyleyin. Hatta onları bir kağıda yazıp devamlı okuyun. Umut dolu, daima olumlu ve yapıcı eleştiri yapan, ileriye neşe ve ümitle bakan insanlarla ilişki kurun ve sizde öyle bir insan olun. Devamlı üzülen, olumsuz insanların bu huylarını değiştirmeye uğraşın. Bir insan nasıl düşünürse öyle yaşar. Üzüntü, sağlıksız ve yıkıcı bir zihinsel alışkanlık, bir hastalıktır. Üzüntü parça parça yok edilir. Bunun için önce küçük şeylere üzülmeyi bırakınız. Konuşmalarınızdan üzüntü ve korku belirten kelimeleri çıkarınız. “Ben yapamam” cümlesi bir hastalık belirtisidir. Daima ben başarırım, ben yaparım deyin. Günde 20 kez ben yaparım, ben başarırım diye tekrarlayın. İleride otomatik olarak böyle düşünmeye başlayacaksınız. “Ben yapamam’ı değiştirmenin bir başka yolu da kendinize ait bir teknik arayıp bulmanızdır. 
Eğer yokları düşünürseniz varlara ulaşamazsınız.Eğer gerçekçiyim diye övünüyorsanız ve gerçekçiliğiniz sizi karamsar yapıyorsa siz gerçekçi değil karamsarsınız. İyimser olan insanda beyin endorfin denilen bir hormon salgılar. Bu hormon insanin kendini daha iyi ve mutlu hissetmesini sağlar. 

Coşkulu yaşayın coşkuyu bulun ve coşku için dua edin kendinize...

28 Aralık 2012 Cuma

Çekiliş var

http://miracenur.blogspot.de/2012/12/cekilisim-var.html?spref=fb

15 ocak, saat 23.59 da sonra erecektir..
Hadi bakalım herkese bol şans diliyorum.


2 Ekim 2011 Pazar

Hayat Felsefesi: Yaşıtlarımla yaşlandım... Ne mutlu bana!

Hayat Felsefesi: Yaşıtlarımla yaşlandım... Ne mutlu bana!: Üstüme gök düşsün ki yalan söylemiyorum. Ben, eski ben değilim. Artık hangi mağazaya girsem küçük şeyler değil,büyük şeyler dikkatimi çekiy...

2 Nisan 2011 Cumartesi

Kahve bahane, aslolan dostluktur.Dostça kal...

Yaklaşık 600 yıllık acı tatlı uzun bir geçmişi olan kahvenin Habeşistan'da (Etiyopya) başlayan, Yemen, Mekke, Kahire, Şam'dan sonra İstanbul'a, İstanbul'dan da Avrupa ve dünyanın dört bir tarafına yayılan öyküsü yanında; Türk kahvesinin çekirdek durumundan pişirilme ve sunulma aşamasına kadar kullanılan araç ve gereçleri de gerçek bir müze oluşturacak zenginlikte…

Eskiden Türk kahvesi genellikle şekersiz yapılır bunun yerine kahve öncesinde veya sonrasında tatlı bir şey yemek veya içmek geleneği olurmuş. Tatlı olarak şerbet gibi içecekler alındığı gibi reçel, şekerleme veya lokum da yenirmiş. Osmanlı İmparatorluğu'nun etkisindeki Yunanistan, Makedonya, Yugoslavya gibi yerlerde ve Türkiye'de kadınlar tarafından Türk kahvesi genellikle şekerli olarak alınırmış. Bu bakımdan sade, yandan çarklı, orta vb. gibi isimlerle kırkı aşkın kahve pişirme şekli bulunan kahvenin değişik ve güzel bir koku taşıması isteniyorsa fincanların dibine yerleştirilen bir mahfaza içine kokulu maddeden bir parça konulurmuş. En çok da; yasemin, amber, karanfil ve kakule kullanılırmış...

Yerinde ve zamanında içildiği zaman olağanüstü bir keyif verici olarak ün kazanan kahvenin içine atılan bu ekstra hoş kokan bitkiler içinde özellikle kakulenin faydasının ferahlatan kokusu yanında bununla da sınırlı olmadığını nette yaptığım araştırmalardan öğreniyorum…

Bu bitkiyi kahvenin yanı sıra; tıpkı karanfil gibi ferahlatan kokusu ile (Altışar gram yenirse; bir kakula içindeki 3-5 tane yeterlidir) ağız kokusunu yok ettiği ve ağıza hoş tad verdiği için de önerildiğini…

"Önerilen hastalıklar: Safra ve mide salgısını artırıcı etkisi bulunduğu görülmektedir. İştah açıcı özelliği vardır. Baş ağrısına iyi gelir, tükürük akışını hızlandırır.

Sıcak ve yumuşatıcı özelliklere sahip olan Kakule, hazmı kolaylaştırıcı bir özelliktedir. Bulantıya çok faydalıdır. Soğuktan oluşan hastalıklara günde bir dirhem kakule sirkengebinle beraber içilirse hastalık üç günde iyileşir…

ALINTI

28 Mart 2011 Pazartesi

Aile İçi İletişim

Aile yaşamı, bize ilk duygusal dersleri veren okuldur. Kendimizi nasıl göreceğimizi, başkalarının bizim isteklerimize ne şekilde tepki verebileceklerini, umutları, korkuları nasıl anlayıp ifade edebileceğimizi öğreniriz. Kendi değerimizi veya değersizliğimizi, hayata karşı olan güvenimizi veya güvensizliğimizi çok küçük yaşlarda aile içindeki iletişimden aldığımız derslerle oluştururuz.

Günümüzde pek çok aile çocukları ergen yaşa geldiklerinde aralarında bir iletişim eksikliği olduğunu farkederler. Ancak çoğu aile bunun çocuktan ya da dış faktörlerden kaynaklandığını düşünerek çözümü yanlış yerde arar. Oysa iletişim kurma şeklini ya da kuramamayı bebek yaştan itibaren aile öğretmiştir. Çocuklar da bu davranışın geri bildirimini büyüdükçe aileye vermektedir. Örneğin eleştirinin bir iletişim şekli olduğu ailede çocuklar suçlamayı, utandırılan ve yargılanan çocuklarda kendilerini suçlamayı öğrenirler. Olumlu davranışların dile getirildiği ailelerde ise çocuklar takdir etmeyi öğrenirler.

Evin dışında ne olursa olsun, okul, tv programları, arkadaşlar, bir Anne-Babanın sürekli ve tutarlı bir şekilde kullandığı nazik sözler ve diğer iletişim şekillerinin önüne geçemez. Ancak ailede zayıf, yetersiz , olumsuz bir iletişim varsa dış faktörler tabii ki öncelik kazanacaktır. Zaten aile de böyle bir durumu çok geç farkedecektir.
Günümüzde çok sık rastlanan bir örnek, anne-babanın yoğun iş hayatı veya stresli dönemlerinden dolayı, başta çocuğun bilgisayarla vakit geçirmesi ebeveyn tarafından bir avantaj olarak görülürken uzun vadede bilgisayar bağımlısı içine kapanık bir çocuk yaratılabilinmektedir. Olması gereken aile içi iletişimin yerini bilgisayar, zararlı alışkanlıkları olan bir arkadaş, öfke veya uyuşturucu alabilmektedir.
Çocuk ve aile arasında üç yönlü bir iletişim vardır.Duygusal, sözsel ve dokunsal iletişim. Bebek doğduğu andan itibaren bu üç iletişim şekline de açıktır. Özellikle duygusal ve fiziksel temaslar tahmin edilenden çok çocuğun duygusal kayıtlarına geçer. Çocuklarımızla fiziksel temasta bulunmak, okşamak, sarılmak, öpüşmek her zaman bizim doğal halimiz olmalııdır. Bunun için bir sebep aranmamalıdır. Beden dilimizin sevgiyive güveni ifade ediş şekli kullandığımız sözlü iletişimimizle de uyum içinde olmalıdır.

Anne-Babaların bilmeleri gereken şey, ağızlarını her açtıklarında farkında olarak veya olmayarak çocuklarına bir şey öğretiyor olduklarıdır. Çocuğun yanında birbirleriyle veye başka birileriyle,yüzyüze ya da telefonla konuşurken,dünyada olup bitenlerle ilgili yorumlar yaparken çocuk tüm sinyalleri almaktadır. Yani sürekli çocuk iletişimin içindedir.Ailenin kullandığı konuşma şekli ve inanç sistemleri çocuğun beyninde bilinç altında depolanır. En çok tekrarlananlar çocuklar tarafından bilinçsizce seçilir ve kullanılır.
Sadece ilgilenmiş gözükmek için sorulan sorular, söylenen sözler duygu yüklü olmadıkları için bir anlam ifade etmez ve bu da çocuklar tarafından gayet iyi bir şekilde algılanır. Bunu ifade edemese bile hissi yaşar ve tanır. Bu arada ebeveyn iletişim kurduğunu düşünerek kendini kandırır.İleriki dönemlerle bunun la bir sorun olarak yüzleşir çünkü çocuk aile ile iletişim kurmaktan kaçarak tepki verir.


Çocuklarımızla göz seviyesinde kontak kurarak,dokunarak, duygu yüklü kelimeler kullanarak konuşmak bizim doğal iletişim halimiz olmalı ki sağlıklı ilişkiler kurabilelim.Tabiki iletişim tek taraflı olmaz. Çocuğumuzu dinlemeyi de bilmeliyiz.Çoğu ebeveyn istediği cevapları almaya odaklanarak çocuklarının ne hissettiklerini ne anlatmaya çalıştıklarını farketmezler. Onları dinlerken içinde bulundukları duygusal durumu anlayarak, empati kurarak dinlemek için çaba harcamalıyız. Dinlenmediğini, anlaşılmadığını düşünen çocuklar iletişim kurmak yerine kaçmayı tercih eder. Çoğu zaman aile bu durumu çocuk kötü bir alışkanlık kazandığında ya da depresyona girdiğinde anlar. Çocukların iletişim kurmaktaki niyeti akıl almak ya da nasihat almak değildir. Anlaşılmak, desteklenmek ve her durumda sevildiğini bilmektir. Anlamanın ve sevginin en iyi ifade ediliş şeklide çocuğun duygusal durumu göz önüne alınarak onu yüzde yüz dinlemektir.

Unutmamalıyız ki diğer tararaftanda çocuklarımız bizim öğretmenlerimizdir. Aslında çocuklarımızla iyi iletişim kurmaya çalışıken kendimizi değiştiriyor, geliştiriyoruz. Bizi geliştirdikleri için onlara teşekkür etmeliyiz. Teşekkürler minik öğretmenler...

Arzu Bıyıklıoğlu

Gençlik İksiri

Eskiden masallarda, filmlerde gördüğümüz sihirli gençlik ve güzellik iksirleri neredeyse gerçek olacak. Bu iksirlerden bir bardak içeceğiz: “Hoooop!” Pamuk Prensesteki cadı gibi, bir anda genç ve güzel bir kraliçeye dönüşeceğiz. Ne güzel olurdu değil mi? Hiç kimsenin böyle bir iksire kolay-kolay hayır diyeceğini sanmıyorum. Her halde böyle bir ürün bulunabilseydi, tarihteki en büyük satış rekorlarını kırardı.

Günümüzde, kelime anlamı yaşlılığa karşı aktif tedbir alma olan, anti aging ürünlerine bu kadar çok rağbet varken, piyasaya “iyi-kötü” binlerce ürünün sürülmesi çok normal. Ne de olsa, asırlardan beri herkes genç kalmak ve güzelleşmek istiyor. Anti aging, insanlık tarihinin her döneminde, genç kalmanın sırlarıyla çarelerini oluşturan unsurların, önemli bir araştırma alanı olmuştur. Pek çok farklı yöntemler bulunup-geliştirilerek denenmiştir. Örneğin: M.Ö. 50’li yıllarda, Antik Mısır’ın son Helenistik Kraliçesi Cleopatra, genç kalmak için anlında üçüncü gözünün üstünde, her zaman güçlü bir mıknatıs taşımış, yattığı yatağının altına mıknatıslar döşetmiştir. Günümüzde ise, etkili masajlar, iğne tedavileri, ışın terapileri ve ameliyatlar gibi tıbbı zeminli yöntemlerden faydalanabileceğimiz gibi, ortaya çıkan çeşitli antioksidanlar ve kremler gibi ürünleri de kullanabilmekteyiz. Nede olsa, nasıl yaşlandığımızdan çok, yaşlanıp- çirkinleşiyor olmamızla ilgileniyoruz. Ya da yaşlanma olgusunu, sadece dışarıdan dış görünüşümüzü koruyarak durdurabileceğimizi düşünüyoruz. Belki de sebeplerle ilgilenmek işimize gelmiyor.

Ne yazık ki, pek çok kişi, iç organları yaşlanmaya devam ederken vücudunun dışındaki kırışıklıkları ve deformasyonları geçici yöntemlerle düzelterek genç gözükmeye çalışıyor. Oysa en başta, vücudumuzun hızla yaşlanmasına sebep olan toksinlerinden uzak durmalı ve korunmalıyız. Kısaca “zehirli madde” anlamına gelen toksin, hem vücudumuzda oluştuğu için, hem de dışarıdan alındığı için açığa çıkabilir. Yediklerimiz, içtiklerimiz ve soluduğumuz hava kadar, yanlış düşünme modellerimizin de vücudumuzu aşırı duyarlı kılan mikroorganizmaların bir takım zehirli maddeler, yani toksinler üretmesine sebep olduğunu bilmeliyiz.

Her çeşit duygu ve düşünce vücudumuzu değişik şekillerde etkiler. Korku, acı, üzüntü, nefret, kıskançlık ve benzeri gibi olumsuz duygu ve düşünceler vücudumuzda asidik reaksiyon oluşturur. Her olumsuzluk anımızda vücudumuza zehir akıtmış oluruz. Buna karşın sevinç, aşk, sevgi, mutluluk, pozitif duygulara eşlik eden düşünme modelleri ise, vücudumuzda doğal ilaç etkisini oluşturur. Pek çok hastalığın esas sebebi, kötümser ve yanlış düşünce kalıplarından kaynaklanır. İnsanların, hem kendileri, hem de başkaları hakkında hissedip-düşündüğü her şey vücutlarında bir reaksiyona sebep olur. Dolayısıyla gençliği ve güzelliği dışarıdan sağlamaya çalışmadan, önce içimize bakımı ile ilgilenip ona yatırım yaparsak her şey çok daha kolaylaşır. Yanlış beslenmeden, soluduğumuz kirli havadan ve kötü duygulara eşlik eden düşüncelerden kaynaklanan, bizi yıpratıp-yaşlandıran toksinlerden kendimizi uzak tutmalıyız. Gençleşme, önce içimizde başlar. Eğer güzel duygulara eşlik eden düşünceleri tazelemeyi birinci çalışma alanımız olarak benimsemezsek, gençlik ve güzellik iksiri bulunsa bile işe yaramaz, çünkü İçimizin geçmişliği dışımızın güzelliğini taşımaz. Mevlana’nın dediği gibi:

“Testinin içinde ne varsa, dışına da o sızar.”
Testinizi güzelliklerle doldurmanızı diliyorum. Sevgiyle kalın.

Arzu Bıyıklıoğlu
Yaşam Koçu ve NLP Uzmanı